Kimim Ben?

HAKKIMDA

Doğum tarihimden ya da mesleki geçmişimden söz ederek başlamamı bekleyebilirsiniz. Ben anlatmaya dönüm 

noktalarımdan başlıyorum; sadece çok sevdiğim mesleğime değil, insana bakışımı da değiştiren duraklardan. 

Üç tane doğum tarihim olduğunu söyleyebilirim. Kronolojik olarak şimdiye en yakın olan doğum tarihim, Haziran 2015’te Çınar ile birlikte oldu. Ondan sonraki sıra Şubat 2009’da Doruk ile devam etti. Üçüncü ve bize en uzak doğumum Ocak 1983’tür.

Bugün, bu üç doğum tarihini de yanında taşıyan, öğrenmekten ve uygulamaktan asla vazgeçmeyen bir kadın olarak sizlerle bir aradayım. 2016 yılında 11 yıllık kurumsal deneyimden sonra bağımsız çalışmaya karar verdim. “Yetişkin eğitiminde öğrenmek ve davranışı dönüştürmek nasıl olur?” sorusunun peşine düştüğüm yıllara müteşekkirim, bu sorunun izini sürmek hem eğitimlerimi özgünleştirdi hem de başka alanlara olan merakımı körükledi. 

Eğitmenliğimin ilk yıllarında en çok hayranlık duyduğum konu, çalışma alanım haline gelmişti bile: Çatışma ve iletişim. Çünkü tüm düğümlerimiz, birbirimizi anlama çabamıza denk geliyordu. İş yerindeki duygusal karmaşalar, sağlık problemleri, aile ilişkilerinin yüzeyde ya da derindeki çatışmaları, dostluklardaki sarsıntılar veya iç sıkıntılarımız… Tüm bu krizler hepimizin hayatının merkezindeydi. İnsanın çatışmasını anlayabilmek için kurumsal hayatta onlarca eğitim aldım, ancak kurumsal çerçeve yeterli olmadı. Zamanla kendimi farklı alanların kapısını çalarken buldum.

Her şey kafada biter teziyle yola çıkıp nörobilime yöneldiğimde, çok geçmeden her şeyin sadece beyinde başlamadığını söyleyen disiplinlerle karşılaştım. Sosyoloji, kuşak çalışmaları ve örgütsel psikoloji gibi alanlarda gezinirken; bu coğrafyada doğmuş bir insan olarak ruhsal ve bedensel dünyamızı çevreleyen kültürel bağlamların önemini yeniden keşfettim. 

Kurum kültürü, yönetici anlayışı, çalışan alışkanlıkları gibi pek çok yapı taşının birbirini nasıl etkilediğini gördüm. Bu çok katmanlı bakış açısı, yaşadıklarımızı anlamlandırma biçimime ve insanla kurduğum ilişkiye yön verdi.

Peki bütün bu katmanlara nasıl yaklaşmalıydım? Eğitimlerin gerçekten içselleşmesi için hangi yöntemler işe yarardı? Klasik eğitim yöntemlerinin etkisi sınırlıydı ve artık başka yollar gerekiyordu.

Yaratıcı dramayı eğitimlere entegre etmek, davranış değişikliğini destekleyen en güçlü yöntemlerden biri oldu. Masal ve sanatla ifade gibi teknikler, katılımcıların farkındalığını derinleştiren altın bir anahtar işlevi görüyordu. Bu anahtarla; katılımcılar maraz yaşadıkları alanlara bütüncül bir yaklaşımla bakabiliyor, kendilerine has çözümleri bulabiliyorlardı. Somatik deneyimleme ve mindfulness yaklaşımlaryla bedenin bilgeliğine kulak vermekse bu sürecin dayanağı haline geldi.

Zamanla bu yol beni bireysel danışmanlıklara da taşıdı. İçimde konuşan benle, dışarıya çıkan sesim aynı değil diyenlerle çalışırken buldum kendimi. Kimisi topluluk önünde konuşmak istiyordu, kimisi bir çatışma anında donakalıyordu, kimisi susuyor ama bu suskunluğunda kayboluyordu. Şimdi birlikte bakıyor, yazıyor, anlatıyor, zaman zaman da birlikte susuyoruz; ormana doğru yol alıyor, herkes evini bulunca vedalaşıyoruz.

Yolculuğum bana insan kalmanın, ne olursa olsun kendin kalabilmenin çok büyük bir zenginlik olduğunu öğretti. İnsanlığımın hazinesi ile yol boyunca defalarca karşılaştım ve ‘İnsanlığım Mirasımdır’ hakikatim oldu. Doğduğum coğrafyanın bana mirasını olduğu gibi sırtlanmıyor, şefkatle ayıklıyor, mirasın içindeki hazineyi taşımayı seçiyorum.

İnsan ve kendimiz olarak kalabileceğimiz bir yerde buluşmak dileğiyle.

‘Kurumsal Kimlik Hikayesi’